Marka şehir olma potansiyeline sahip kentlerimiz var bence, ama yine de bu kavram Türkiye için çok yeni. Dünyada pek çok ülke bu kavramı çok daha önce keşfetti.
Bir şehri “marka şehir” yaparken iyi bir imaj ya da görsel güzellik yeterli değil. Dünyada her yıl “yaşanacak kentler” sıralamaları açıklanıyor. Bu kentler belirlenirken sadece doğal güzelliklerine bakılmıyor. Kişi başına düşen hastane, okul, ulaşım, altyapı, yaşama kalitesi, yeşil alan, sosyal yaşam kalitesi gibi pek çok kriter göz önünde bulunduruluyor.
Bu açıdan düşünecek olursak marka şehir yaratmak; şehrin kalkınmasını sağlamak, şehirde yaşayanlara daha kaliteli yaşamlar sunmak, onların günlük sosyal ihtiyaçlarına da cevap verebilmekten geçiyor. Oysa pek çok şehrimiz temel altyapı sorunlarını çözebilmiş değil. Altyapı sorunlarını çözemediğimiz gibi henüz yaşlıların, çocukların, engellilerin, medeni bir şekilde yaşayabileceği “engelsiz kentler” de oluşturulamamış. Bu durumun farkında olmakla birlikte, bu olumsuzluklara rağmen bizim de marka şehirler yaratabileceğimize inanıyorum. Hatta marka şehirler üretme yolculuğunun bu sorunları daha hızlı çözmemize yardım edeceğine inanıyorum.
Dünyada bunun örnekleri çok fazla. Yöntem, bu örneklere ait uygulamaları kopya etmek olamaz. Bu konuda kenti “marka” yapan en önemli değerin “insan” olduğunun unutulmaması gerekiyor. Ayrıca günümüz koşullarında, tarihi doku ve fiziksel yapı konusunda uyarlanabilir planlamaların detaylı incelenmesi ve sürdürülebilir olması önem kazanıyor.