İletişim yaşamın fiziksel ya da düşünsel olarak her evresinde düzenleyici bir etkiye sahip. Canlı organizmasında en küçük yapı taşlarından yapısal sistemlere kadar bilgilerin paylaşımı söz konusu. Beyin hücre ağı nöronların bilgi üretmesi ya da aktive olabilmesi için aralarındaki veri akış kanallarının sık ve güçlü olması gerekiyor. Böylece düşünürken yeni fikirlere ulaşabiliyor, zihinsel kapasitemizi daha etkin kullanabiliyor ya da geçmiş deneyimlerimizi analiz ederek çözümler üretebiliyoruz. Böylesi bir işleve sahip olabilmek için bireyin beyin aktivitelerini güçlendirici yöntemleri uygulaması gerekir. Sağlıklı beslenmek, spor yapmak, okumak ve yaşam pratiklerimizde zaman zaman değişikliklere gitmek suretiyle sinir sistemimizi uyarmak yapmamız gereken temel hususlardan.
Sosyal iletişim bağlamında ele aldığımız zaman kentsel oluşumların canlı organizmalar ile ortak birçok yöne sahip olduğunu görebiliriz. Sağlıklı bir kentsel yaşamın oluşabilmesi için sosyal iletişimin etkinliği büyük önem taşıyor. Bu sebeple kentsel yönetim ve kentsel tasarımda sosyal iletişim asla atlanmaması ve bütün projelerin bu konunun dinamikleri göz önünde bulundurularak oluşturulması gerekir. Zira soyut bir kavram olarak karşımıza çıkan kent aslında onu var eden unsurları ile birlikte düşünüldüğünde son derece dokunulabilir bir olgudur. Kentlidir kentin yapı taşları. Dolayısıyla yaşam döngüsünün değişmez kuralı olarak bu alanda da bütün yollar insana çıkar.
Bunun içindir ki kentlerin gelişimi ve değişimi için politikalar üretilirken özellikle iletişim ve sosyolojinin temel felsefelerini referans olarak almak gerekiyor. Mimari ve mühendislik olarak projeler üretirken kent nüfusunun demografik özellikleri , sosyoekonomik dağılımı, kültürel katmanlarının ayrımını iyi analiz etmek gerekiyor.
Özellikle organik gelişme süreci yaşamayan büyük metropollerde bu konu çok daha büyük önem taşıyor. Çünkü doğal gelişim süreci yaşayan kentlerde kentlinin şehrin değişimini etkilemesi ve kentle etkileşimi çok daha mümkün. Özellikle yoğun göç alan kentlerin hem artan ihtiyaçları çözmesi hem de yeni gelenlerin gelişmiş kentsel standartlara adapte edilmesi kesintisiz bir kentsel gelişim için çok önemli.
Aksi takdirde kent ile yeni kentli arasında yaşanabilecek iletişimsizliğin yaratacağı sosyal buhranlar sebebiyle vandalizm ve suç oranları artış gösterebilir. Bu durum aslında geniş çerçeveden bakıldığında yerleşik kentlinin kent ile iletişiminde de söz konusudur. Bu nedenle kentlerin bir sosyal iletişim politikaları olmalı ve bu doğrultuda kentsel yönetim gerçekleştirilmelidir.
Konuyu İstanbul özelinde ele aldığımızda, tarihi birikimini koruma sorumluluğu olan kadim bir şehir ve gelişen dünyaya ayak uydurmaya çalışan dev bir metropol çıkıyor karşımıza. Bu zor denklem içerisinde ortak bir kentli olma bilinci meydana getirmek, yaşadığı şehre karşı aidiyet duygusu geliştirmek için ‘İstanbullu’ olma kavramının bu şehirde yaşayanlar tarafından içselleştirilmesi gerekiyor. Kent sakinlerinin yaşadığı mekanla duygusal ve fiziksel temas kurması, bu kenti sahiplenebilmesi için temel teşkil ediyor. Bu süreçte İstanbul’un da içinde barındırdığı herkese kucak açması onların sosyokültürel ihtiyaçlarına cevap veriyor olması mühim bir mesele.
Son yıllarda gerçekleşen uluslararası organizasyonlar, büyüklü küçüklü kültür merkezleri, halka açık etkinlikler, açık ve kapalı spor alanlarındaki aktiviteler taşradan gelen insanları kent hayatının içine çekmeye başladı. Kentsel donatılar ve kent mobilyaları artık daha şık ve ergonomik tasarlanıyor. Park alanlarının oranı yeterli düzeyde olmasa da mevcutların bakımlı olması insanların bu alanlarda bulunma zamanlarını artırarak sosyalleşme düzeylerinin yükselmesine katkı sağlıyor. İstanbul’un beden dilinde algılanan en sorunlu durum ise yerli yersiz yükselen binaların düzen bozucu ve tevazudan yoksun halleri. Bu yapıların olur olmaz yerlerde inşa ediliyor olması toplumsal hiyerarşiyi de altüst ediyor.
İstanbul’a göç edenlerin büyük bir kısmının geri dönmediği düşünüldüğünde, bu şehirde yaşayanlara İstanbullu olma bilincinin aşılanmasının ne denli gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bugün İstanbul’da farklı şehirlere ait dayanışma derneklerin yoğunluğundan referansla ‘ İstanbullu’ üst kimliğinin meydana getirilmesi güç gibi gelse de iyi kurgulanmış uzun vadeli bir iletişim projesi ile gerçekleşmesi mümkün.
Bu sebeple ülke olarak sahip olduğumuz en büyük markamız İstanbul’u geleceğe taşıyacak İstanbullular kazanmak için iletişimin mucizelerinden faydalanmamız lazım. Kendi içinde bütünsel bir kimliğe sahip olan bir İstanbul hem daha yaşanılası bir şehir olacaktır hem de küresel anlamda daha çok teveccüh görecektir.